“Dinamit Kralı” ALFRED NOBEL

|

Kendini kâşif sanan ama bir türlü dikiş tutturamayan İmanuel Nobel büyük ümitlerle girdiği buharlı makine işinde de dibe vurunca Petesburg’a kaçar. “Zaten insanlara iyilik yaramaz” gibi bir düşünceye kapılır ve mayın imalina başlar. Bu işle hem parayı bulur, hem ünü yakalar. Kırım Harbine hazırlanan Ruslar ona avuç avuç ruble sayarlar. Ancak aldığı “ah”lar yanına kalmaz, en yüklü partiyi taşıyan gemi batar ve yolu silbaştan yoksulluğa çıkar...

İmanuel’in oğlu Alfred kelimenin tam manası ile bir bomba hastasıdır, hatta o, babasını bile aşar. Stokcholm yakınlarında bir laboratuvar kurar, gece gündüz deney yapar. Burada kızkardeşi Emil’in ölümüne sebep olur, ama hızını azaltmaz. Nihayet “dinamit” denilen netameli maddeyi ortaya koyar (1866) ve bir anda sınıf atlar. Dinamit Kralı Mr. Nobel, Avrupa’nın birçok ülkesinde fabrikalar kurar ve adeta para basar.

Alfred, başarılı bir müteşebbis olmasına rağmen içine kapanık bir adamdır. Kadınları hiçbir zaman anlayamaz bu yüzden önce sekreteri Berta Kinsky’i sonra da Sofie Hess’i elin oğluna kaptırır. Ancak onların peşini bırakmaz ve bıktırasıya mektuplar yazar. Zaten edebiyatla tek ilgisi başkalarının karılarına yazdığı “sulu” mektuplardan ibarettir.

Kendini bilenler bu paragöz kuzeyliden hiç hoşlanmaz hele Fransızlar daha belirgin bir mesafe koyarlar. Aleyhine başlatılan kampanyalar artınca Paris’i terk eder, İtalya’ya (San Remo’ya) doğru uzanır. Son günlerinde yapayalnız yaşar ve dertleşecek tek dost bulamadan gözlerini yumar...

Buna pişmanlık mı demek lâzım bilemeyiz ama ortaya bir “vasiyet” çıkar. Alfred, dinamitten gelen kanlı paralarla bir vakıf kurulmasını arzular. Bu vakıf beş değişik dalda (fizik, kimya, tıp, edebiyat ve barışa katkı) ödüller dağıtmalıdır. Oğlu uşağı olmadığına göre adını böyle yaşatmalı, insanlığa hizmet edip, vicdanını rahatlatmalıdır. Ancak ilk ödül kılıfına uydurulup eski sekreteri Berta Kinsky’e kaydırılır. Sofie ise Alfred’den gelen uygunsuz mektupları yayınlayacağını söyleyerek vakıftan yüklü bir para koparır.

Ödüller yandaşlara...
1900 yılında İsveç Hükümeti işe el atar ve o yıldan sonra da “Nobel” ödüllerini düzenli olarak vermeye başlarlar.

Fizik, kimya ve tıp ödülleri ne kadar yerini bulur bilmiyoruz ancak “barışa katkı” ve “edebiyat” ödülleri rüzgâra göre yön tutar. Kurul üyeleri kâh Nazileşir, kâh Yahudileri kollar. Bakarsın sosyalist kesilir, bakarsın kapitalist olurlar. Ortadaki para büyük olunca taklacıları çoğaltır, bazı yazarlar “barış bezirganlığı”na kalkışırlar. Hasılı Alfred’i elbirliğiyle aklayıp, alkışlarlar. Zaten ödül dağıtanın tek derdi vardır: “Meşrulaşmak!”

Dünyayı yöneten güçler Nobel Vakfını başına buyruk bırakmazlar. İşlerine geleni altınla tartar, gelmeyeni bir kaşık suda boğarlar. Söz konusu vakıf siyasete payanda yapılır. Mesela Almanların jandarmalığa soyunduğu yıllarda kahir ekseriyet barış ödülünü Hitler’e yakıştırır. Çünkü o, bütün muhaliflerini susturmuş, tek çatlak ses bırakmayarak mutlak (!) bir barış ortamı sağlamıştır. Hitler bu şerefe nail olamasa da Norveçli Knut Hamsun aldığı ödülü Nazilerin Propaganda Bakanı Joseph Gobbels’e bağışlar. Ancak rüzgârlar yön değiştirince Nobel Vakfı da kıvırır ve çalışma kamplarında sürünen Carl Ossietzky’nin adını anmaya başlar. Bazı beyler Churchill’in adaylığını ayakta alkışlar ama söz Gandi’den açıldığında hiddetle ayağa kalkarlar.

Garanti belgesi gibi
Nobel, kalemini kiralayanlar için kaçırılmaz fırsattır. Bir kere kitabınız çok satar ve birçok dilde yayınlanır. Kaldı ki 1 milyon dolar iyi paradır. Gelgelelim bu ödülü almak için öncelikle “aday olmanız” yani “dümen suyuna girmeniz” lâzımdır.

Edebiyat elbette muğlak bir sahadır ve hangi yazarın ödüle daha lâyık olduğunu tespit etmek zor olmalıdır. Ancak Nobel Vakfı etik değerlerle uğraşmaz, kendisi gibi düşünenlere “göstere göstere” arka çıkar. Bugüne kadar (ülkesi ve ülkesinin değerleri ile çatışan Necip Mahfuz dışında) hiçbir Müslüman ödüle lâyık bulunmaz.

İşin garip yanı Vakıf çok hata yapar. Mesela 1982 yılında Rigoberto Menchu Guetamala’daki iç savaşı ağaların istediği gibi yazar ve ödülü kapar. Ancak Menchu’yu tanıyanlar kitaptaki hikayelerin uydurma olduğunu söyler ve iddialarını ispatlarlar.

2000 yılında ödül sırf rejim muhalifi olduğu için Çinli yazar Gao Xingjian’a verilir. Çin hükümeti, Gao’nun satırlarında sanat adına ne bulduklarını sorar ama jüri mantıklı bir cevap bulamaz. Nobelciler, Soljenitsin’e de aynı kontenjanı kullandırırlar ama Tolstoy gibi bir ustayı atlayacak kadar edebiyat fukarasıdırlar...

Gelgelelim kalemlerini kullandırmayan yazarlar Nobel’i yok sayarlar. Mesela 1958’de Boris Pasternak, 1964’te Jean Paul Sartre mükafatı ellerinin tersiyle iter, sahibine geri yollarlar.
Dikkatle incelenirse Nobel alanların çoğu ya Yahudi’dir, ya da Yahudilerle iyi geçinir. Eğer siz ülkenizin zenginliklerini beyaz adama peşkeş çekebilirseniz şansınız yükselir.

Nijeryalı Soyinka emperyalistlerle takışmadığı için liste başı olur. İngiliz V.S. Naipul’un tek vasfı İslâm’la takışmasıdır. Düşünün, Hind Müslümanlarına “şiddet” uygulamayı savunan bir kafatasçı “barış”ı malzeme edinen vakıftan ödül alır.

Yeri gelmişken hatırlatalım yukarıdaki iki isim de Salman Rüştü’nün kankasıdır!